“Katil Kim?” Diye Düşünürken Tüyleriniz Ürperebilir: Gizemi Hâlâ Çözülmemiş Suç Vakaları
Birazdan bahsedeceğimiz gerçek suç hikâyelerinin birkaçı hâlâ açık bir dosyayken bazıları arşiv odasının tozlu raflarına kaldırıldı. Bataklıktan çıkan cesetler mi dersiniz, yıllar öncesinden kalma sandığı açınca ortaya çıkan kemikler mi, karton kutudan çıkan bir çocuk mu…
Şimdiden uyaralım, okurken üstüne teoriler üreteceğiniz vakaların bazı kısımları, tetikleyici olabilir. Hazırsanız ilk vakamızla başlıyoruz.
Güzellik kraliçesi küçük kızı kim öldürdü?
Çocuk güzellik yarışmalarının beğenilen yüzü JonBenét Ramsey, 26 Aralık 1996’da ailesinin evinin bodrumunda ölü bulundu. Sağ bileğinde ve boynunda kordonlar vardı ve en sevdiği geceliğini giyiyordu. Maalesef cinsel saldırıya da uğramıştı. Ayrıca ebeveynleri 118.000 dolar isteyen bir fidye notu buldu ancak bu notu ailenin yazdığı ve küçük kızı bir sebepten öldürdükleri düşünüldü.
2003 yılında JonBenét’in iç çamaşırından alınan DNA kanıtları, olaya ilgisiz iki kişinin olaya karıştığını gösterdi. John Mark Karr adında bir adam 2006 yılında cinayeti itiraf etti fakat daha ayrıntı sunamadığı ve DNA’sının olay yerinde bulunanlarla eşleşmediği için bunun yalan olduğuna karar verildi. Dava hâlâ aktif ve küçük kızın katili aranmaya devam ediyor.
ABD Kentucky’deki Lexington şehrinin çözülmemiş en eski davası, 19 yaşındaki Betty Gail Brown’ın öldürülmesi.
27 Ekim 1961’de, 19 yaşındaki Betty Gail Brown, Transilvanya Kolejinin önünde arabasında kendi sütyeniyle boğularak öldürülmüş hâlde bulundu. 1965 yılında bir adam, sarhoş olduğunu söyleyerek suçunu itiraf etti ancak jüri buna inanmadı.
Gizemli katil “Lexington’da mitolojik bir figür, korkutucu bir öcü” hâline geldi. Ayrıca cinayet, “Lexington’ın en eski ve kötü şöhretli çözülmemiş davası” olarak nitelendirildi.
“Jennings Sekizlisi” adı verilen davada, bataklıklardan kadın cesetleri çıkıyordu.
ABD Louisiana’daki Jefferson Davis bölgesinden sekiz kadın, 2005 ila 2009 yılları arasında çevredeki bataklıklarda ve kanallarda ölü bulundu. Milletvekillerinin soruşturma sırasında delilleri kaybettiği ve bir dedektifin, kurbanlardan birinin tanıdığından bir kamyon satın alıp kaybolduğu gün içinde civarda görüldüğü bildirildi.
Tüm bu olanlar ve davayı çözme konusunda genel olarak ilerleme kaydedilmemesi, bazılarının polisin cinayetlere karıştığından veya bunların örtbas edilmesinden şüphelenmesine yol açtı.
Baltayla öldürülen bir çift, şüpheli ise kızları. Peki tam bir kanıt? Yok.
4 Ağustos 1892’de Andrew Jackson Borden ve ikinci karısı Abby, 40’ar kez vurularak korkunç bir şekilde öldürüldü. Bu tarz vahşice işlenmiş vakalarda büyük oranda yakın biri suçlu olur çünkü böyle bir şey yapması için içten içe kin ve nefret besliyor olması gerekir.
Polis, suçu kimin işlediğine dair hiçbir kanıt bulamadı ancak kızları Lizzy’yi tutukladı ve onu cinayetle suçladı. Aleyhindeki deliller tamamen ikinci dereceden olduğu için beraat etti ancak Fall River kasaba halkı onun suçlu olduğuna inanmaktan asla vazgeçmedi ve kızı dışladı. Borden’ların evi artık popüler bir turistik mekân ve hatta “Supernatural” dizisinin bir bölümünde yer aldı.
Yanarak ölmüş hâlde bulunan matematik profesörü vardı ancak bunun bir suç mu yoksa intihar mı olduğu çözülemedi.
Matematik profesörü Steven Haataja, 2006 yılında bir ağaca bağlanmış ve yakılmış hâlde bulundu. Haataja daha önce de intihara teşebbüs etmişti. Bu da bazılarının, onun kendi canına kıydığına inanmasına neden oldu. Ayrıca olay yerinde başka birinin olduğuna dair hiçbir kanıt yoktu.
Gizemli vakayı daha detaylı öğrenmek isterseniz “Love and Terror on the Howling Plains of Nowhere” adlı belgesele göz atabilirsiniz.
En az 7 ölümden sorumlu olmasına rağmen katil hiçbir zaman bulunamadı.
“Connecticut nehri katili”, 19978-1987 yılları arasında ABD New Hampshire’da 7 kadını ölümcül bir şekilde bıçakladı. 8. kurbanı ise hayatta kaldı. 1988 yılında 7 aylık hamile olan Jane Boroski’ye marketin otoparkında yaklaştı ve onu da 27 kez bıçakladı.
Kurban, bir arkadaşının evine gitmeyi başardı ve hem kendisi hem de bebeği saldırıdan sağ kurtuldu. Bu olaydan sonra ise cinayetler durdu. Kadın, polise adamın eşkâlini ve plakasının bir kısmını verdi fakat katilin kimliği hiçbir zaman belirlenemedi.
“Kutudaki çocuk” adlı vaka, tüyleri ürpertecek cinsten.
1957’de, Amerika’nın Pensilvanya ormanlarında bir karton kutu içinde çocuk cesedi bulundu. 4 ila 6 yaş aralığında olduğu tahmin edilen çocuk, ya birkaç gün ya da birkaç hafta önce ölmüştü. Yetersiz beslenmiş, morluklar ve yaralarla kaplı olan çocuğun kafasına tekrar tekrar aldığı travma darbesi nedeniyle öldüğü saptandı. Cenazesi ise mezar taşına “Amerika’nın Meçhul Çocuğu” yazılarak defnedildi.
Son zamanlarda gelişen yeni adli tıp kanıtları, onu Joseph Augustus Zarelli olarak tanımlasa da ölümü onlarca yıldır bir sır olarak kaldı. Dosyanın hâlâ açık olduğunu ve soruşturmanın sürdüğünü söyleyen polis yetkilileri, artık kimliği de açıklanan çocuk hakkında bilinmeyen detayların da tamamlanabilmesi için kamuoyundan yardım istiyor.
Katilin sadece kızıl saçlı kadınları seçtiği akılalmaz dosya: “Kızıl saçlı cinayetler”
1970’lerde, 80’lerde ve hatta 90’larda kızıl saçlı kadınların cesetleri Amerika’nın 10 farklı eyaletindeki otoyollarda bulundu. Bu da otostop veya fuhuş yaptıklarına dair bir ipucu veriyordu.
Eyaletlerin tümünün yerel yetkilileri, seri katilin izini sürmek için FBI’dan yardım aldı fakat katil hiçbir zaman bulunamadı. Kurbanların sayısı net olarak bilinmiyor fakat 13 kişi oldukları tahmin ediliyor.
Âşıklar yoluna giden çift, orada sonlarını buldular.
22 yaşındaki Cheryl Henry ve 21 yaşındaki Andy Atkinson, 22 Ağustos 1990’da Amerika Houston’da “âşıklar yolu” olarak adlandırılan tenha bir ormanlık alana arabayla girdiler ve bir daha asla dışarı çıkmadılar.
Atkinson, boğazı kesilmiş ve bir ağaca bağlanmış hâlde bulundu. Henry ise çıplak bir şekilde bir tahta yığınının altına gömülmüştü. Üstelik cinsel saldırıya uğramış ve boğazı da kesilmişti. Polis potansiyel bir şüpheliyi doğrulamak için yeni DNA teknolojisini kullanıyor ancak henüz kimse suçlanamadı.
Yangında mı öldüler yoksa hâlâ bir yerlerde dolaşıyorlar mı? Kimse bilmiyor.
1945’te Sodder ailesinin evinde bir yangın çıktı. 9 çocuktan 4’ü kaçtı ancak yangın nihayet söndürüldüğünde itfaiyeciler diğer 5 çocuğa dair hiçbir iz bulamadı. İtfaiye şefi, yangının cesetleri yakacak kadar sıcak ve şiddetli olduğu sonucuna vardı ve ölümleri kaydedildi fakat görgü tanıkları, çocukları yangından sonra gördüklerini iddia etti.
Üstelik 20 yıl sonra anne Jennie, yangın günü 9 yaşında olan oğulları Louis’ten posta yoluyla “Louis Sodder” adıyla gönderilen bir fotoğraf aldığını söyledi. Çocukların gerçekten hayatta olup olmadığı hâlâ tam olarak bilinmiyor.
Sandıktaki kemiklerin katili kim?
Gabby adındaki bir adam, 1986 yılında arkadaşının kulübesine eski bir sandık bıraktı. Arkadaşı yıllar sonra bu sandığı açmaya karar verdiğinde insan kemikleri buldu! Kalıntıların tarihi 1900’lerin başına, sandığın kilidi ise 1930’lara kadar uzanıyor. Bu da Gabby’nin suçlu olma ihtimalini ortadan kaldırıyor.
DNA teknolojisi, kemiklerin Joseph Mulvaney adlı bir adama ait olduğunu kanıtladı. Adamın kızı, babasının erkek kardeşi tarafından vurulduğunu söyledi ama polisler bunu hiçbir zaman doğrulayamadı. Sandıktaki adamın katili bir sır olarak kalmaya devam ediyor.
Sizin teorileriniz neler?
Bahsettiğimiz vakalardan bazıları geçmiş dönemlere ait olsa da bazılarının dava dosyası hâlâ açık ve araştırılmaya devam ediyor. Birbirinden gizemli bu vakalarla ilgili kendi teorilerinizi ürettiyseniz yorumlarda bekliyoruz.
İlgiyle okuyacağınız diğer içeriklerimiz: